21 Ekim 2008 Salı

Bankacılık Sistemine Bakış

ELEŞTİRİ: MÜŞTERİ ODAKLI BANKACILIĞIN MÜŞTERİ ODAKLI ANALİZİ
Mustafa Sinan Alptimur


“Sorunların saptanmasını, harekete geçilmesini bekleyene kadar, çok şirket yüksek miktarda rantı kendine transfer eder. Sorunların çözümü ise ayrıcalık olarak sunulur; müşterisini baştan etkiler, yeni bir rant başlar… krizlerdeki fırsatlar budur!”


Bankacılık, öyle müthiş bir sistemdir ki para arz eden ve talep eden miyarlarca kişiyi aynı havuzda toplamaktadır. Bu sistem öylesine harikadır ki; düşük faizlerle para arz edip, yüksek faizlerle, ciddi komisyonlarla para talep etmeye razı olduğumuz bir sistemdir. Bu rıza zorunluluktan mı yoksa gerçekten karşılığının alınacağı bilindiğinden mi kaynaklanmaktadır? Yoksa sosyal sorumluluğa katkı yapmak için mi?
2000 yıldır uygulanan bankacılık sistemi insanların “kazanma” güdüleri üzerine kurulmuştur. Kimileri bankaları güvenli olduğu için bir saklama alanı olarak görmüş, kimileri daha yüksek faiz elde edebilmek için bir geçim aracı, kimileri güvenilir ticaret yapabilmenin bir aracı olarak görmüştür. sonuçta hepsinde kazanma arzusu yatmaktadır. Peki kim kazanıyor: aracılar mı, kişiler mi? Şüphesiz her ikisi de… ancak bir nüans farkı vardır ki, sistemin can alıcılığı burada yaşanıyor. Şimdi bu nüansı çeşitli argümanları açıklayarak sunmaya çalışacağız. Asıl cevaplandırmaya çalışacağımız soru en çok kim kazanıyor, nasıl kazanıyor…
Bankaların faaliyetleri kanunlarla sınırlı olduğu gibi müşterileri de kanunlarla korunmaktadır. Bankalar, bu kısıt altında karını maksimize edebilmek için çeşitli araçlar kullanmaktadırlar ve bunlara bankacılık ürünleri denmektedirler. Örneğin krediler, mevduatlar, kredili mevduatlar; ödeme araçlarından çek, kredi kartı, akreditif… aslında hepsi kişileri koruyan, riski azaltan, ekonomiyi hareketlendiren; oldukça faydalı araçlardır; en azından daha iyisi bulunana kadar. Ancak faydaları, olması gerekenin çok altındadır. Hepsinin bir bedeli var mıdır: vardır…

MALİYET YÖNÜNDEN:
Banka karı nereden kaynaklanır:
Banka Karı = [kredi faizleri(nakdi-gayrinakdi)+komisyonlar+sigorta bedelleri+yatırım+iştirak gelirleri] – [mevduat+borçlanma faizleri+sabit giderler(saklama, işlem, kira,ücret, elektrik, su, internet…)+girişimci bankanın riski]
Kuşkusuz en büyük gider kalemi sabit giderlerdir. Yani komisyon, faiz, ücret, kira, teknoloji, reklam, telif vs. bu maliyetleri nasıl telafi etmeli ki sistem kar etsin? Kar etsin ki; daha çok kaynakla, daha çok kişi ucuza kredi kullanarak iş yapsın, ihtiyacını karşılasın?

a.Risk Unsuru(likidite, kur, vade, kredi)
Bankacılıkta parayla ölçülemeyen tek maliyet, fiyatlamayı belirleyen bir etmen olan risk unsurudur. Bu risk, bankanın faiz geliriyle doğru orantılıdır. Risk unsuru kanunlarla ve sigorta fonu ile minimize hale getirilmektedir; yani müşterilere de yansıtılmaktadır. Gerçi riskler “sigorta fonu” yolu ile bir anlamda hayati şartlar anlamında garanti altına alınıyor. Örneğin; kredi kullanan müşterilere zorunlu sigortalar yaptırarak hem bir fon havuzu oluşturmaktalar; bunu piyasalarda değerlendirerek hem gelir elde etmekteler; hem de, müşteri ölmediği takdirde, karşılıksız bir gelir elde etmektedirler. Müthiş bir gelir bu aslında. Kredi kullananların hepsin aynı anda ölmediği düşünülürse bu şirketler ciddi kazançlar elde ederler; ediyorlar da… Sadece belirli koşullar altında vaat ettikleri hizmetleri sunarlar. Aslında sunacakları hizmetleri vaat ederler!! Yani riski fiyatlandırırlar.
Kullanılan kredilerden masraflar kesilmekte, kullandırılan çeklerden sayfa başı masraf alınmakta, poslardan çeşitli şartlar altında komisyonlar kesilmekte, para transferlerinden, döviz alım satımlarından ciddi kazançlar sağlanmaktadır. Bir de kredi kartlarından kesilen üyelik masrafları ve hesaplardan alınan hesap işletim ücreti ile kredi içeren mevduat hesaplarının kullanım ve limit aşımı faiz gelirleri var! Oyunun kuralı en baştan kabul ediliyor aslında. Bir anlamda alan da veren de memnun. Bankalar, piyasayı hareketlendirmek için, rekabeti arttırabilmek için bu komisyonların, masrafların teşvik edici ve kullananların daha etkin çalışmasında bir güdülenme aracı olabileceğini düşünmesi muhtemel olsa da, müşteriler için günü kurtarmak için katlanılan masraflardan öteye gitmiyor. Yani gönlü ve eli açık Türk insanının “3-5 kuruş gitsin; önemli değil. İşim görülsün de…” mantığıyla milyon liralarca karlar açıklanıyor. Rant belli bir yerde kalıyor, müşteriler de günlerini kurtararak, bankaların işlerini gördüğünü düşünüyor. Sonuçta nakit paraya ihtiyaç duyduklarından Ahmet’e Mehmet’e değil, bankalara muhtaçlar…
Ölüm ve sürekli sakatlık halleri varsayımları ile kullanılan kredilerden, poslardan … sigortalar kesildiğini söyledik. Müşterilerinin her türlü bilgisine sahip olan bankalar, geri dönmeyen paranın riskini de kanunlara yüklüyor aslında. Sadece cari dönemde belli bir zarar eden bankalar, açılan davaların sonuçlanması ile hacizler sonucunda satılan mal ve mülklerin sahibi konumuna geçiyor. Yani risk unsuru da sigorta ve kanunlarla minimize hale geliyor. Kredi kullanan tek tek bireylerin bütçe krizi döneminde haciz kapılarını bir anda çalabilmektedir(haciz ve haciz öncesi masraflarıyla). Buna karşılık bankacılık krizlerinde ise bankaların kapıları yıllarca açılamamakta, hacizler işe yaramadığı gibi kanunlar da yetmemektedir. İnsanlar kurtarabildiği paralara razı olmaktadırlar. Yine kazançlı olanlar bankalardır.
Yıllık ortalama %16’dan mevduat toplayan bankalar, bunları yıllık %17,88faiz + komisyonla kredi vermektedir. Hadi komisyonu kırtasiye ve birim başına düşen ücret, kira ve diğer sabit ücretlere sayarsak geriye kalan %1,88 nerede? Burada tartışmaya çalıştığım şey, 1,88’in nereye gittiği değil; bu farkın neden oluştuğudur… Her şeyi piyasa mı çözüyor yoksa birilerinin hesabına… Yoksa paranın meşru olarak da gittiği yer çok olur! Ne de olsa fiyat = maliyet + müşterinin gözden çıkardığı bedel + kardır. Daha yıllık %16’dan mevduat toplayıp, yıllık faiz oranı %40’lardan başlayan kredi kartı faizlerini söylemek bile istemiyorum.

b.En az Maliyetle Kazandır:
Kaynağın kullanımını ana hatlarıyla da olsa anlattık. Şimdi bu kaynağı bankaların nasıl sağladığına değineceğiz… Banka kaynakları mevduatlar, borçlanma ve öz kaynaklardır. Burada mevduat ve borçlanmadan söz edeceğiz. Bankaların da diğer her ticari işletme gibi amacı kaynağı düşük maliyetle elde edebilmektedir. Hatta insanlarla görüşerek, konuşarak ve psikolojik insani her türlü imkânları da kullanarak kendine ucuz fon sağlamaya çalışırlar. Bu fonlar tek başına birey bazında güçlü değildir. Bu yüzden de müşterilere vadesiz mevduattan, yüksek faizli vadeli mevduata kadar olan tüm fiyatları önerirler. Hatta vadeli mevduatın banka üzerindeki yükünü bir nebze azaltabilmek için maliyeti neredeyse sıfır olan çeşitli türev araçları devreye sokmaktadırlar. Otomatik fatura tahsilâtları, vergi ödemeleri, diğer her türlü ödemelerin hesap yolu ile yapılması; kredi kartları, kredili mevduat hesapları bunların belli başlılarıdır ve belli bir vadesiz mevduatı hesapta bulundurmak için en ideal araçlardır. Bu vadesiz mevduatlar birer damla gibi tek başına güçsüzdürler ve gözden çıkarılmış miktarlardır müşteriler için. Ancak bankalar için bir araya geldiklerinde bir sürahi su gibi bankanın içini serinletecek bir kaynak oluşturmaktadır. Bundan ciddi paralar kazanılmaktadır. Her türlü gecikme faizi, hesap işletim ücreti, yıllık üyelik aidatı vs. acımasızca alınmaktadır. Örneğin hakkında hiçbir şey bilmeyen birinin elinde bulunan bir kredi kartı, banka için sevilen bir ürün olmaktadır ve böylece pazar avantajından yararlanmaktadır.
Bankalar neden maaş ödemeleri almak için çılgınlar gibi taklalar atarlar dersiniz? Çünkü çok ciddi miktarda bir fon, düşük maaşlarla ve esnek zamanlarla çalışan personelin sunduğu düşük maliyetli hizmet ile sermaye, para, döviz, kredi ve diğer türev piyasalarında ciddi kazançlar elde edeceklerdir. Üstelik bu maaş sahiplerini geleceğe yönelik tasarruflar yapmaya ikna edecekler ve sözde şirketlerin 3 yıl önünü göremediği bir ülkede bireylerin 10-15 yıllık yatırım yapmalarını sağlayarak gönüllü yatırılan bir fon elde edeceklerdir. Maliyeti mi? yüksek değil… zaten yarısından çoğu 2-5 yıl arası masraflarda kurtarabildiği parasını alıp çıkar sistemden…

BASİT BİR BİLANÇO ANALİZİ:
Bankalar borçlanma ve topladığı mevduat yolu ile kredi kaynağı oluştururlar. Bu kaynağı ihtiyacı olanlara verirler; tabi kazanç elde ederler. Bankaların gelir tablolarını incelediğimizde verilen faiz, ücret ve komisyonlar alınan faiz, ücret ve komisyonların yarısı oranındadır. Geriye kalan karın ise çoğunun personele dağıtıldığı söylenmekte ancak çalışan sayısına ve aldıkları maaşlara göre karı kıyasladığımızda yine çok yüksek miktarda olduğunu görmekteyiz. Bu kar gerek banka içinde gerekse banka dışında bir zümre oluşturmaya yetecek kadardır.
Bilançoya baktığımızda da toplam kredilerle toplam mevduat neredeyse birbirine eşittir. Toplanan mevduatların tamamının sadece kredi olarak verildiğini varsayarsak; kredilerden elde edilen gelirin yarısının net kar olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Bu banka karı ekonomiyi harekete geçiriyor mu faiz oranlarını düşürerek? Tabiî ki hayır! Her 10 yılda 1 kere gerçekleşen bankacılık krizlerini saymazsak bu kar daha çok dışsallıklar için verimsizce kullanılıyor. Konserler, gösteriler, VERİMSİZ sosyal programlar… bunları sizlerden kim talep ediyor? Sosyal sorumluluk mu, etik mi?
Gelir kalemleri yönünden ise bir hayli zengindir bankalar. Gerek ölçek etkisi olsun gerek spekülasyon gücü olsun kredi ve döviz piyasasının haricinde, para ve sermaye piyasalarından da iyi para kazanmaktadırlar. Giderleri ise belli bir sabit gider, faiz ve komisyon gideridir. Hadi ciddi teknolojik yatırımı var desek bilançoda nerede bu yatırımlar? Bunları da dışarıdan telifle satın almaktadırlar.

LİKİDİTE YÖNÜNDEN:
Müşterilerin yatırım için sakladığı varlıklar bankacılık sisteminin içinde tek tek birer damladır; bir araya geldiğinde ise üstünde gemi yüzdürecek kadar derin ve bir o kadar büyük bir su kütlesi haline gelir. Bu su kütlesi ekonomi döndükçe dalgalar yaratır, birilerini içine alır götürür ancak gemiler hep üstte kalır. Sistemin sihir ise şudur: hiçbir müşteriye tek başına olduğu unutturulmaz; çünkü banka öyle bir organizasyondur ki; birbirlerini tanımayan insanların paralarını, varlıklarını tek başına bir havuzda toplayarak piyasada likidite gücü elde ederler. Bu güç piyasayı yönlendirebilir, ilişkileri yönetebilir.

PERSONELİN GÖREVİ:
İlk olarak parantez içinde şunu söylemeliyim ki; (Türkiye’de bankaların personel bulma sıkıntısı diye bir sorunu yoktur). Personelin en temel görevi müşterilerdeki parayı bankada en az maliyetle tutmaktır. Yani verecekleri faiz son çaredir. Daha çok, az riskli yatırım fonları ve düşük getirili fon benzeri varlıklarda tutmayı hedeflerler. Küçük yatırımcılarda ise daha çok düşük faizli vadeli hesap açmaya çalışırlar ve bundan da ciddi bir kredi kaynağı sağlarlar. Bu yüzden banka personelinin hedefleri bu doğrultudadır ve bu hedeflerden prim alırlar ki; net maaşa kalırlarsa aç kalırlar. Bu yüzden hedefleri tutturabilmek için çok çaba sarf ederler; üst birimlerden çok ciddi baskılar görürler. Bunun personel için anlamı aylık maaşa artı gelir olarak 100-200 ytl’dir; bunu da 6 ayda 1 kere alırlar. Banka için anlamı ise kredi verilebilir kaynak ve oluşan bir havuzdan sağlanabilecek potansiyel bir gelir akımıdır…
Bankalar alt seviyelerde işe alımlarda piyasadaki genç “işsiz ordusunu” kullanırlar. Banka içi terfi, işten ayrılma, atılma, yeni şubeler açma neticesinde düşük ücretle bile çalışmaya razı olan işsiz gençlere kucak açarlar. 5-6 ay içerisinde yaptıklarının doğru olmadığını görenler işten ayrılabilmekte, diğerleri 1 yılını doldurmayı beklemekte ve kabul edenler ise banka içinde düşük ücret marjlarıyla yıllar içinde yükselmeyi kabul etmektedirler. Parayı bankada tutamayanların ise bankacılık kültürüne uygun olmadıkları için, 3 ay içerisinde ansızın işlerine son verilir. Ancak batık kredilerin hesabını kimseden alamazlar. Maaşlardan aslan payını alanlar ise müdürler ve koordinatörler olur.(sakın onların bilgi birikimlerini savunmayınız). Sonra da “kaliteli çalışanımızla, sürekli katma değer yaratarak, ekonomiye, çevreye, topluma ve müşterilerimize değer katarak, en kaliteli hizmeti vermekteyiz” gibi misyonlarla sürekli ekranlarımızda olurlar. Tamam kaliteli hizmet doğru; verdikleri değer ise asgari bir değerdir. Bugün personel evleneyim dese evini geçindiremez. Bu yüzden de sürekli aileyi ertelemektedirler; ne için? Kendilerine kariyer için, bankalara kar için!!! Kar’ı düşünen hangi personel acaba; %1. Gerisi karnını doyurmayı düşünüyor… açıklanan milyon YTL karlar nerede, ekonomiye katma değer mi sağlıyor?
Ayrıca personel 1 yıldan önce ayrılırsa tüm masrafları ödemeyi kabul edeceğine dair bir sözleşme imzalamakta ve banka 1 yıllık riski de personelin sırtına yükleyerek, personeli psikolojik olarak da en az 1 yıl bankaya bağlamaktadır.

FİYATLANDIRMA YÖNÜNDEN:
Maliyetler, risk unsuru, vade yapısı, rakip bankalar, ürünün yapısı ve işlem hacmi en tabii fiyatlandırmayı etkileyen ve belirleyen faktörlerdir. Bunun yanında bir de üşteri fiyatlaması vardır… fiyatlandırma, bir müşteri portföyündeki tüm ürünleri dikkate alarak, müşterilerin razı olduğu!! Maksimum bedeli elde etmek suretiyle oluşan fiyattır. Bir anlamda gönüllülük usulüne dayanır. O zaman maliyet + kar = fiyat klasik önermesinde kar kısmını müşterinin razı olduğu miktara kadar arttırılmasına müsaade vardır. Ekonomi bu noktada harekete geçirilmelidir veya durdurulmalıdır ki; bankalar karları bu noktada açıklayabilmektedirler. Müşterinin fiyat hassasiyeti bu noktada test edilmekte ve kanun yolu açık tutulmaktadır. Ayrıca bir analiz yapsak, KOBİlere sözüm ona kredi veren bankaların açıkladıkları karların ekonomileri yavaşlattığını savunabiliriz. Veya alternatif hipotez olarak; diğer koşullar sabitken, banka karlarının düşüşünün, ekonomiye hız verebileceğini savunabiliriz. Tabi bunu yaparken kar marjı yüksek olan bankaların geleneksel görevlerinden sıyrılmadıklarını da varsaymalıyız. Çünkü, unutmayalım ki; bankalar Türk Ticaret Kanunu ve Bankalar Kanunu’na bağlı bir Anonim Şirkettir ve kar amacı güderler.
Şimdi birkaç sektörün kar oranlarını basitçe görelim:



ÖZKAYNAK.....................2005....2006.....2007
KARLILIĞI.BANKA...............16......19......21,3
..........SİGORTA ŞİRKETLERİ..7,12....4,62....18,87
..........İMALAT..............7.......11,2....13,2
..........TÜM FİRMALAR........7,5.....11,4....10,9
Kaynak: TCMB, Hazine Müsteşarlığı

Karlılıkla ilgili diğer verilere bir sonraki çalışmada yer vereceğim. Emin olunuz ki; diğer karlılık oranları da imalat ve hizmet sektörlerine göre çok daha iyi ve temiz(net) durumdadır. Şimdi bu kar oranlarına bakarak bankacılık işine mi girelim, yoksa imalat mı yapalım: ikisinde de standartlar var, İkisinde de güven unsuru var. İki sektör de birbirinin girdisi. Hangi işe gireceğimiz önemsiz. Önemli olan vergilerin ekonomiyi yavaşlatan bir unsur olarak görenlerin, banka faiz ve komisyonların esas anlamda ekonomiyi yavaşlattığını, ciddi bir gelir transferi olduğunu görmezden gelmesidir.

SONUÇ YERİNE: BANKALAR NASIL KURULUYOR?
Bankacılık Kanunu, güven esasına dayanan bankaların kurulma şartlarını kurul izniyle ve anonim ortaklık biçiminde kurulma olmak üzere iki biçimde açıklamaktadır. Banka kurmayı da; sermaye sınırı ve yeterliliği, bilgi ve beceri sahibi olma, banka yönetimini oluşturabilme, güvenilir olma gibi koşullara bağlamıştır. Bunların hepsi, bankacılık sisteminin bir fiyasko olmasının istenmemesinden kaynaklanmaktadır en tabii… Faaliyetlerini fiyasko haline getirmeden belli kanunlar ve haksız kullanımı önlemek için birtakım faaliyet yükümlülüklerle ile sınırları çizilmiştir. Hatta zaman zaman siyaset ve bankalar arasında güzel ilişkiler kurulmuştur.8 yıl önce müşterilerinden daha kötü durumdaki bankaların tasfiyesine hala devam edilmektedir.
Güvenilir, iş bilen, sermaye sahibi insanlar bankacılık sektöründe iş yaparken, diğer iş bilen, sermayedarlar da bankalarla birlik olarak, kredi ve kredi kartı borçlarını geri ödeyemeyen kişilere gayrimenkul-taşınır ipotek-rehini karşılığında illegal borçlar vermeyi önermekte; kabul edildiği takdirde de malından mülkünden olmaktadırlar.(bankaların da aracı olduğu tefecilik). Böylece banka şubeleri, kredilerin ve piyasaya verilen fonların geri dönmesiyle karlılığını arttırmakta, illegal kreditörler ciddi bir kayıt dışı gelir elde etmektedirler. Böylece zararı gören yine baştan tüm şartları kabul eden müşteriler görmektedir. Tefeciler borcu bankaya ödeyerek müşteriyi mahkeme ve icra masraflarından kurtararak, faiz + daha düşük bir maliyetle kendilerine borçlandırmaktadırlar. Tabi ki müşteriler de bu kredileri tüketim için kullanırsa batmaları içten değil; ancak insanların sadece gelir durumlarına bakarak ve harcanabilir gelir ve tasarruf düzeyine bakmadan fon kullandıran zalim sistemin hiç mi suçu yok?
Yukarıda da gördüğümüz gibi bankacılıkta güzel karlar var. Bırakın serbest piyasa ekonomisi burada da çalışsın; gelin, bankacılıkta merkeziyetçiliği bırakın da girişimciliği ön plana koyalım. İşine gelen dürüst tüccar küçük ölçekte bankacı olsun, parasını serbest rekabetle piyasasında pazarlasın; kendi mevduatını kendi toplasın, kredi kaynağını ve organizasyonunu kendi oluştursun. Ulusal-uluslar arası değil; yerel olsun. Yine kural ve kanunlar çerçevesinde tabiî ki; tabii ki boş birer laf bunlar… güzel karlar varsa, BİT organizasyonu tamamsa, emek arzı azalmıyorsa kim istemez ki bu sektöre girmesin? Devlet belki teşvik, vergi politikalarını bırakıp, başa baş maliyetli etkin bir bankacılık girişimi yapsa -çılgınlık olur- ekonomiyi, kaynak kullanımını, gelir dağılımını çok daha etkinleştirecektir. Eleştirdiğim husus bankacılıkta adem-i merkeziyetçilik değil; ekonomiden bankalara aktarılan fon transferinin büyüklüğüdür.(tasarruf miktarının neredeyse %5’i )(1) . Aslında devletin dışlama etkisini savunanlar herkesin göremediği rantları görebilen ve bunlardan maksimum düzeyde yararlanan girişimcilerdir, yüksek sermaye sahipleridir.
Öneri: bankalar, kar etmeyen birer kuruluş olarak çalışmalıdırlar. Tüm giderler sağlansın, maaşlar istendiği kadar ödensin; ancak sene sonu bilançolarında çalışan başına düşen net karı yaklaşık 48.000ytl (2) olan karlar açıklanmadan misyonunu gerçekleştirsin. İşte o zaman enflasyon artmaz, işsizlik azalır, ekonomi düşük maliyetle harekete geçer, ihracatta rekabet avantajı sağlanır. Tüketim için kredi sınırlandırılmalıdır. Üretime dönük projelere verilen krediler dikkatle izlenmelidir. Krediler, doğrudan müşteriye verilmemeli; bankalar, müşterinin kredi ile yapmak istediği işler doğrultusunda firmalarla yapılacak anlaşmaya taraf olması ve kredi kullanan müşterinin iş yapacağı firmalara yaptırım getirmesi daha verimli olacak, hiç olmazsa bankalar da aldıkları komisyonu hak edeceklerdir. Bu konuyu da bir başka yazımızda analiz edeceğiz…

(1) Tasarruf = mevduat(vadeli+vadesiz) toplamı. Vadesiz mevduatlar; işlem amaçlı saklanan paraları temsil eden potansiyel tasarruflardır. %5 oranı bankacılık sistemi net karının toplam mevduata oranı ile elde edilmiştir.
(2) http://www.tbb.org.tr/turkce/bulten/3%20aylik/bankabilgileri/200806/haziran2008.pdf ilgili belgeden bankacılık sektörünün 2008 yılı net karının sektördeki toplam çalışan sayısına bölünerek bulunmuştur. 47.979,86 YTL.

Hiç yorum yok: